22 Mart 2012 Perşembe

Viral Vidyolar I

Ön bilgi: 
Biraz önce ne yapsam da türkçe yazsam diye "internet" kelimesini ararken şunları buldum: sanaldalyan, örütbağ ve ağlararası ağ. Bundan sonra "internet" kelimesini kullanırsam adam değilim çünkü bunlar mükemmeller. Artık arkadaşlar arasında: "Sanaldalyan'a geldim", "örütbağ'da ne mahsuller gördüm" yada "ağlararası ağ'da takılıyordum" gibi cümleler kurabilirsiniz. Tamam; yazının başlığındaki hiçbir şey türkçe değil, biliyorum ama hepimiz insanız sonuçta, "altıgen yaratıksal hareketli görseller" diyecek halimiz yoktu. Ahanda virüs:

"Beşgen değil o, 6 bacağı var, şaşı bak!"
Başka bir yazı üzerinde yoğun çalışmalarım devam etmekte iken; dün karşıma çıkan yayılmacı bir vidyo ve onun eski arkadaşlarından bahsetmeden geçemeyeceğimi fark ettim. Viral vidyo nedir, öncelikle ondan bahsedeyim.

Viral vidyo; ağlararası ağ'daki menşur paylaşma tuşları sayesinde arkadaştan halka, halktan "erasmus"çuya, "erasmus"çudan dünyalıya yayılan ve milyonlar mertebesinde izleyiciye birkaç günde ulaşan vidyolara denir. Örnekleri:
Gavur tarzı: Afro NinjaStar Wars KidD.ck in a Box.
Türk tarzı: Al Dedi Git DediSütü Seven KamyoncuAdnan Oktar- Candy Shop.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bu tarzda bir vidyo yapmak büyük bir başarıdır. Mesela "Sütü Seven Kamyoncu"yu yapan abiler sıkıntıdan fransızca'yı türkçe'ye çevirdikten! sonra Beyaz'ın konuğu olarak ünlerine ün katıp, şirket kurup insanlara vidyo çekme seviyesine gelmişlerdir. Bu yüzden, böyle bir vidyo yapabiliyorsanız yapınız, hızlıca şöhret ve para getirecektir.

Dün karşılaştığım ve üzerine yazı yazmakta olduğum vidyo bedenine kanat takıp uçan bir abinin vidyo'sudur, ilk günde 800.000 izlenmiş. Bakınız: YOUTUBE (0:15'teki bereli gözlüksüz abinin, 0:20'de gözlüklü geri koşuşuna dikkat, bir de 0:35'te ayakları aşağı sarkan abinin 0:40'ta nasıl süpermen konumuna geldiğine dikkat, en son olarak da adamın kollarının kanatlardan bağımsız olmasına dikkat, yani meme kası kullanmıyor, bütün bunlara değineceğim). Bu aletlere ornithopter deniliyor bu arada.

Şimdiiiik; Jarno Smeets abimiz bu uçma olayını bir blog'da başlatmış. İnsanlara bunu yapmak istediğinden bahsetmiş, "dedemin hayaliydi", "Leonarda da Vinci'den çok etkilendim", "kanatları yapmaya başladım ama çok fena kar yağıyor" gibi anlamlı anlamsız cümleler sarf etmiş.

Leonarda da Vinci'nin "kanatlı uçan adam" kiyafeti tasarımı (ornithopter)
Hayatta imkansız diye bir şey yoktur, bunu her zaman aklımızın bir köşesinde tutmamız lazım, ancak bu iş yatar gibime geliyor. Bildiğimiz fizik kurallarına göre bu abi yerden kalkışı başaramaz. 75-100 kg ağırlığında uçabilen bir kuş vardır: quetzalcoatlus, dinozor:


Bu da insanla kıyaslaması:


Aldığım bilgilere göre bu büyüklükte bir kanatla bile ancak süzülebilirmişiz ki onu zaten yapıyoruz, bkz. yelkenkanat (kim buluyor bu isimleri acaba, gerçekten leziz):


Yelkenkanat yapanlar bir dağdan atlıyorlar veya bir kamyondan, bir tekneden falan hız alıyorlar. Kanat çırparak, insan gücüyle yerden kalkış yapabilmemiz için meme kaslarımızın 1 metre uzunluğunda olması lazımmış, işte meme kası:


Dahası, 15 metre uzunluğundaki kanatla sinekkuşu (hummingbird) hızında kanat çırparsak uçabileceğimizi iddia edenler de mevcuttur. Bakınız yaklaşık 30 kat yavaşlatılmış vidyo'da sinekkuşu nasıl kanat çırpıyor: YOUTUBE, hmm, sanırım saniyede 8-12 kez kanat çırpıyormuş sevgili sinekkuşu, bizim Jarno abimiz ise saniyede sadece 2 kez çırpıyor. Ayrıyeten vücut yapımız da uçmaya uygun değildir çünkü kocaman ayaklarımız vardır ve onları süpermen gibi sürekli arkaya uzatmış olarak durmamız için ciddi karın kası çalışmamız lazımdır (yatağın ucuna göbeğinize kadar yüzüstü uzanıp bacakları süpermen konumuna getirmeye çalışın bakalım ne kadar sürecek bu macera?). Uçarken de şöyle bir yüz ifademiz olabilir:


Gelgelelim Jarno amcanın meme kası kullanmaması hikayesine.. ("Yaww hacı, madem adam meme kası kullanmıyor neden anlattın bize bu kadar meme kası felan?", "onu bende bilemedim, kusura kalmayın"). Neyse; Jarno, anlattığına göre bu aleti Nintendo Wii kumandaları ve akıllı ceptel'ler ile yapmış. Wii kumandaları, Jarno'nun kol hareketlerini ceptele iletiyor, o da bilgileri işleyip motorlara iletiyormuş, olay bu: YOUTUBE. Hayli başarılı bir cihaz temelinde, sadece biraz yavaş gibi geldi (O değil de, yazdıkça inanmaya başladım yaww nasıl olacak bilemedim, yazının sonunda R yapmak zorunda kalacağım gibi). Jarno'nun sırtındaki teçhizat şu şekilde:


Kanatlar için her biri 2kW'lık (2kW'nin eşleniği: ütü veya "açık havayı ısıtıyoruz" ufo veya iki tane kettle) iki tane motor kullanmış ve 4 tane 5Ah'lik pil kullanmış (4 tane dizüstü bilgisayar pili yani). Yaptığım kaba hesaplara göre bu pillerle 1,5 dk havada kalması bile mucize gibi gerçi 1 dakika kalmış zaten. Adam harbiden yapmış galiba, çürütemiyorum!!! Konuyu değiştireyim biraz.

Sırf insan gücüyle uçmak kesinlikle imkansız değildir; kalkışı çırpılan kanatlarla yapmak bugünün teknolojisiyle çok zordur, bir şekilde uçtuktan sonra havada kalmak bambaşka bir konudur, bir grup öğrencinin yaptığı alete bakın: YOUTUBE. Hele hele kanat çırpma işi yerine pervane kullanılırsa, kalkış felan da mesele değil; insanlar adalar arası uçuyorlar (Adalar arası dediğim, maltepe sahil - büyükada gibi)


Daha ilk günden benim gibi Jarno'nun ornithopter'ini yalanlamaya (ben üstüne üstlük yalanlayamadım ama olsun) çalışanlar olmuş tabi ki.. Bazıları o gözlüksüz abinin bir anda gözlüklenmesini bahane etmiş, "yaww arkadaşım, kaydı kapatmışlardır, güneş çıkmıştır, adam gözlük takmıştır yani ne alakesi var?". Bazıları adamın kafasındaki kameradan görünenlerin yerdeki coğrafyaya benzemediğinden yakınmış, bazıları da adam niye bu kadar uğraşsın bir youtube vidyo'su için demiş falan felan işte, o da haklı. Bence: "madem ki böyle bir alet yaBDın, madem ki onu deneme uçuşuna götüreceksin, sıkıyorsa git caddebostan sahile götür de insanlar çeksin seni, neden 3 kankitonu alıp yokluktaki x parkına gidiyorsun? Burada olayı çözmek için canım çıktı".

Son kararım şöyle: Emin değilim!

Eksiler:
1. Ayaklar nasıl süpermen konumuna geliyor bilmiyorum yani ayaklara bağlı bir parça felan görmüş olsam yine motorla olur diyeceğim, o iş için fazladan bir motor daha gerekir, o motor nerede? Uçağın lastikleri içeri girer gibi uçuştan bir süre sonra ayakların süpermen konumuna gelmesi de cabası, hızla mı ilgili acaba?
2. O kadar yavaş kanat çırparak nasıl uçar bilemiyorum, anında çakılır gibi geliyor ama kanadın hızından çok işlevi önemli olabilir mi yoksa o bir şehir efsanesi mi?
3. Projeleri iyi bilirim, kimsenin yapamadığı bir şeyi iki test uçuşuyla başarmak da pek inandırıcı gelmiyor.

Artılar:
1. Fikir çok iyi, çok özgün. Burada adamın kattığı şey Wii kumandalarıyla kanatları hareket ettirmek. İnsanlığın eski ornithopter çalışmalarda ya kol yoruluyordu (koldan güç aldığı için) yada çırpma işlemini motor sürekli yaptığı için denge ve kontrol sağlanamıyordu (koldan bağımsız kanat çırpıyor sürekli). Jarno bu iki işlemi müthiş bir şekilde birleştirip güzel bir ornithopter yapmış.
2. Tasarımı çok iyi, çok ciddi, CAD çizimleri ile başlayan, kanatlar, Wii kumandalar ve kontrol mekanizmaları ile devam eden ciddi bir uğraş. Her parça harika ve tıkır tıkır çalışıyor, 14 vidyo ile bütün aşamaları kaydederek yayımlamış.
3. "Bu kadar uğraşılır mı yalan bir vidyo için?" fikri de hayli cezbedici.

Arthur C. Clarke'ı tanıyan var mıdır? Kendisi bir astronom ve bilim kurgu yazarıdır. 1945'te iletişim uydularının yörüngeye yerleştirilmesi ve uzay asansörü fikirlerini ortaya atmış:

Uzay asansörü
Bu abimizin üç tane kanunu vardır, iki tanesini yazıyorum:
1. When a distinguished, but elderly, scientist states that something is possible, he is almost certainly right. When he states that something is impossible, he is probably wrong.
3. Any sufficiently advanced technology is indistinguishable from magic.

Türkçe mealleriyle:
1. Seçkin ve yaşlı bir bilim insanı "bu iş olabilir" diyorsa, çok büyük ihtimalle haklıdır; "olmaz" diyorsa, muhtemelen yanılıyordur.
3. Yeterince ileri bir teknoloji ürünü büyüden farksızdır.

Demeye çalıştığım o ki; umarım bu abinin yaptığı alet gerçektir, öyleyse hemen yaparız aynısından ve sahile çıkarız ancak çok eşeledim, emin olamadım. İlerleyen günlerde kokusu çıkacaktır, unutmayalım ki Wright kardeşler ilk uçtuğunda da insanlar inanmamışlar.

Su üzerinde koşmak ile devam edeceğim,

Esen kalın.

15 Mart 2012 Perşembe

Uyduların dünyaya düşmesi III

Merhaba uzaylılar,

Uyduların dünyaya düşmesi başlığını bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir-iki konu daha kaldı. Bunlardan da bahsedince ilk yazıda sorduğum bütün soruları cevaplamış olacağımı ümit ediyorum. Yazarken her yerden bu konularla ilgili haberler çıkmaya başladı, çok sıcak bir konu herhalde.

Uzay İstasyonları

Uzay istasyonları içinde insan yaşayabilen uydulardır temelinde. Bugün itibariyle 2 tane uzay istasyonu vardır: Amariga'nın International Space Station (ISS)'i ve Çin'in Tiangong 1'i. Rusya'nın nasıl istasyonu olmaz demeyin, varmış tabi ki; hemide 8 tane -> Görevi bitmiş uzay istasyonları: Salyut 1-7 (Rus), Skylab (ABD) ve MIR (Rus). MIR'den bir görüntü:


Uzayda hayat zordur çünkü yer çekimi yoktur ve "insan aygıtının" çalışma düzeni yer çekimine akıl almaz derecede bağlıdır. Uzay istasyonlarında yaşayan abilerimizin genel rahatsızlıkları şöyleymiş: kemik erimesi, böbrek taşı, kas yımışması, dengesizlik ve göz sıkıntıları (sonuncusu 13 Mart 2012 haberi, demiştim sıcak konu diye, fırından yeni çıktı, merak edene bu da linki ve türkçe linki ama çok sıkıcı, ben önemli yerlerini yazacağım kısaca).

Bu abiler kemiklerini çok kullanmadığı için (yer çekimi yok tabi, uçan adam nasıl kullansın kemiğini) kemikleri osteoporoz'un 10 katı hızla eriyormuş. Dünya'da genelde 0mg/gün olan kalsiyum (Ca) dengesi (formülü şöyle: giren Ca - çıkan Ca) uzayda -250mg/gün oluyormuş bu da böbrek taşına sebep oluyormuş ("böbrek taşı kalsiyum fazlasında olur arkadaşım, yanlış biliyorsun, de get!" diyorsanız, ben de öyle düşünmüştüm ama kısaca hap halinde alınan kalsiyum fazlası böbrek taşının oluşumuna sebep olurken, gerçek besinlerle (süt, yoğurt, vs) alınan kalsiyum böbrek taşının engellenmesine yardımcı oluyormuş, ee uzaydaki adam nereden bulsun südü, yoğurdu).

Dengesizlik derken de öyle dengesizlik değil; bildiğiniz sağın solun şaşması, yürüyememe dengesizliği ki uzaydan dönüp yürüyemeyen tipler varmış. Dengeyi sağlayan iç kulak zıbıları da yer çekimiylen çalışıyormuş işte kiristaller, kıllar felan. Göz sıkıntıları da beyin-omurilik sıvısının basıncının artması yüzünden oluyormuş. Aslında "göz sıkıntıları" dedim ama bazı adamların gözleri düzeliyormuş, bazılarınınki ise bozuluyormuş, kısmet!

Bunların hepsini az da olsa engellemek için bakın ne yapıyorlarmış, haftada 6 gün, günde 2.5 saat: 


Heidi üstteki abiyi anladık; yaylı iple bağlamışlar, koşuyor ama alttaki abiye sesleniyorum: "Hacı sen neyi kaldırıyorsun, ağırlık yok, uzay gemisini mi kaldırıyorsun?". Uzayda vücut geliştirme bir başkaymış: "Geçen gün 6 ton bastım reis" gibi muhabbetler oluyormuş. 

"Uzayda sıkılırız abi naapcaz?" diyen arkadaşlar için bakın uzay ortamı:


Hayli eğleniyorlar, erasmus gibi ortam mübarek. Dizüstü de var orada, dizi, film, PES, her şey. Yazının bu kısmında çok önemli bir vidyo paylaşmak istiyorum. Konusu: Uzayda nasıl portakal yenir ve daha da önemlisi portakalı nereden buldunuz, uzayda ağaç da mı var? İşte buyrun: YOUTUBE (Vidyo'nun tamamı eğlenceli, taklaya felan geliyorlar abiler (bıyıklı abi kesin türk) ama portakal kısmı 3:40'tan sonra mutlaka izleyin).

Portakalı yemek bile bu kadar zorken çiş, kaka nasıl olacak sorusuna girmek bile istemiyorum, tahminen oradaki saç kesmeye benziyordur. Dayanamadım: YOUTUBE (Konu ile ilgili diğer vidyo'ların başlığı mükemmel: "Darkest NASA secret revealed: How to poop in space" - "En karanlık NASA gerçeği su yüzüne çıktı: Uzayda nasıl mıçılır?". Vidyo'yu tamamen izlediyseniz, ilk yazıda yazdığım "uzayda hayat olursa bbg evinden farkı olur mu?" sorusunun yanıtına tanık olmuşsunuzdur, nitekim abinin (af edersiniz) altında bile kamara mevcuttur.


Neyse, geyiği bırakalım, uzayda kalan insanların yaşadığı bu sıkıntıların çoğu Dünya'ya geri dönüldüğünde 3-4 seneye geçiyormuş ama yine de bu sıkıntılar gelecekte hedeflenen Mars yolculuğu ve ticari uzay yolculukları için büyük bir tehdit oluşturmaktaymış. Ticari uzay yolculuklarından haberi olmayan varsa hikaye kısaca şöyle:

Kod Adı: Uzay Turizmi (bunu google'da arayabilirsiniz)

Amaç: İnsanları biraz yükseğe çıkar, dünyaya bir baksınlar, ülti-karmaşık x makinalarıyla mükemmel "uzaydan dünya" görsellerini bellek kartlarına kaydetsinler (kısaca fotoğraf çeksinler), Dünya'ya dönüp eşe dosta "kaydırmalı-sunum" (bildiğin slayt-şov) yapsınlar ve bu işin için x00.000$ civarı para ödesinler (Kendim yapamayacağım için, yapacak olanları şimdiden aşağıladım).

En bilinen şirket: Virgin Galactic. Bu da o seksi uzay mekikleri ("Abi gördün mü kanatları kalkmış, vaaauuuwww, uzay felan"):



Uzay istasyonları'nın son saçmalığı da uzayda mum nasıl yanar? Ahanda buyrun, büyü:


Hubble ve Voyager 1

2 ufak konudan daha bahsedip bitiriyorum. Hubble, uzayın derinliklerini dikizlemek için kullanılan menşur bir uydudur. Uzayın diplerinden çok bombastik görseller yakalamıştır ve insanlığın takdirine sunmuştur, misal: "atbaşı bulutsusu"


Hubble'ın görünümü şöyledir:


"Bildiğin objektif hacı, bunu benim makinaya takcan varya fiiuvvvvv!"

Voyager 1 de; ilk yazıda yazdığım şu sorunun cevabıdır: "Bir tane uydu vardı o şimdi nerelerde?". Voyager 1, 1977'de uzaya gönderilmiş ve öyle gidiyormuş, ara sıra Dünya'ya "selamz Dünya" diye ileti gönderiyormuş. Şu anki uzaklığı 18 Gkm (Giga-km yani milyar-km) imiş. Voyager 1 hayırlısı ile yakında güneş sistemini terk edecekmiş ve bunu başaran ilk alet olacakmış:


Geriye bir tek "hep gündüz olur muymuş?" sorusu kalıyor. O da şöyle ki; acaba diyorum, bir uydu yapsak tümsek ayna gibi, onun hızını ve uzaklığını felan hesaplasak, Dünya'nın karanlık tarafını hep güneşten gelecek ışıkla aydınlatacak yörüngeye yerleştirsek bu iş olur mu, ışık sorunsalı çözülür mü? Ohannesburger, Ruslar denemişler: Znamya, benim fikrimi çalmışlar. Hakketten de yapmışlar ama talihsizlik yüzünden iptal etmişler, bu ilerde olur, demedi demeyin!

Sağdaki çubuk tırtıl büyüklüğüne yaklaştı kusura bakmayın ama; bakın, arkadaşlar, buraya kadar gelme cesaretini gösterdiyseniz, azıcık alta da gidin, yorum felan yazın. En sevdiğiniz dostunuz fotoğraf makinelerine giydirdim, olup olmayan şeyleri yazdım, başkalarının yıllar önce yaptığı şeyleri kendi fikrimmiş gibi sundum (yalan değildi ama olsun), xiyet dandikos magazin haberlerinin altına yazacağınıza bana yazın, "yaew bu böyle olmaz deyin", "x" deyin, "y" deyin, kavga edelim felan, böyle kendi başıma yazıyorum arkadaj.

Hade öptüm, 
Muh.

12 Mart 2012 Pazartesi

Uyduların dünyaya düşmesi II

Melabas tekrardan,

İlkokul'dan beri hepimize dayatılmaya çalışılan, yazı yazmadan önce yazının taslağını oluşturma fikrine hala alışamadığım için araştırma rüzgarına kapılaraktan daldan dala yazıyorum. İlk yazıda açıklamayı vadettiğim hiçbir şeye değinemedim ama bu yazıda bir şeyler olabilir gibi gözüküyor. Görelim:

Bir önceki yazıda sadece ön bilgi olarak dünyaya bugüne kadar 20 bin 5 yüz kadar uydu düştüğünden bahsetmiştim. Ek Bilgi: Dünyaya düşmeyip, uzayda boş boş gezintiye çıkan uydu yoktur, bumerang gibidir şerefsizler, atarsın, döner, döner ve sonra düşeceği yer yine kafamızdır.) Bugün seyir halindeki 13 bin kadar uydu da eninde sonunda düşecektir ancak bu uyduların her parçası daş olup başımıza gökten yağmaz, bazı parçalar atmosferde yanarak erir, hatta bir söylentiye göre dünyaya düşen uyduların kütlece %20-%40'ı yeryüzüne ulaşmayı başarır. Yapılan tahminlere göre bugüne kadar başımıza 5 bin 4 yüz ton uydu kakası yağmıştır. Bu kütlenin eşleniği ahanda budur:


İnsanlığın bu tarz konulara yaklaşımı hep şöyle olmuştur: "Sokağa çıkmayalım artık, maazallah kafamıza uydu düşebilir, dikkatli olalım, gözümüz yukarıda olsun, aman yavrum, dışarı çıkmayın annem, xx". Buradaki amacım kimseyi paranoyak yapmak değildir, zira korkulacak bir şey yoktur. Uydulardan önce endişelenmemiz gereken çok daha ciddi konular var biliyorsunuz.

İnsanlığın ikinci yaklaşımı da şudur: "Eee hesaplayın canım nereye düşeceğini, haber verin önceden, boşuna mı okuttuk sizleri?". Bu uydular düşerlerken çok hızlı hareket ettiklerinden, dünya üzerinde düşecekleri noktayı tam olarak hesaplamak mümkün değildir. Yapılan ufacık bir hata bile bu uyduların düşme noktası tahminlerini kıtalar ölçeğinde değiştirmeye yeterlidir. Sadece uydunun düşeceği zamanı %10 hata payıyla tahmin edebiliyorlarmış. Merak edenlere birazcık daha detay: uyduların düşerken maruz kalacağı sürtünmeyi tam hesaplamak için atmosferin her yerindeki yoğunluğu tahmin edebilmek gerekir bu da zordur çünkü atmosferin yoğunluğu hayli değişkendir.

Türk haber kaynaklarından bir görsel.)
Biraz olasılıklardan bahsedelim. Sevgili uyduların bir parçasının, hayatımız boyunca kafamıza düşme olasılığı 1 milyarda birmiş, hiçbir şeye olmaz dememek lazım tabi. Aldığım haberlere göre bir abimizin omuzuna düşmüş hatta.) Düşen parça küçük olduğu için abi zarar görmemiş (buna kimse inanmaz bence ama öyle diyor vallahi). Yeri gelmişken birkaç çılgın olasılıktan bahsedelim (en olamazdan, olasıya doğru):
  • Evinize meteor düşmesi: 182 trilyonda bir.
  • Kafanıza uydu parçası düşmesi: 1 milyarda bir.
  • Köpek balığının sizi yemesi: 300 milyonda bir.
  • Astronot olma ihtimaliniz: 12 milyonda bir (hepimizin çocukluk hayali, çok da zor değilmiş).
  • Şimşek çakması: 600 binde bir (4 kere şimşek çakmış bir kadın vardı bu arada, gerçekten! Bu kadını her seferinde dolaylı çarpıyordu, birinde elini yıkarken su deposunu çarpıyordu mesela, evini bir görseniz ama, yokluğun ortasında bir tanecik ev (aşağıda), ee doğal, şimşek ne yapsın. Rekor, Roy C. Sullivan abimizdeymiş, onu 7 kere çarpmış, hehe, kesin yalan söylüyorlardır, beyin bedava ne de olsa).
  • Süper modelle çıkma: 88 binde bir.
  • Milyonerle evlilik: 220'de bir.
  • Uçağınızın pilotunun kafasının güzel olması: 115'te bir.
  • Basur olmanız: 28'de bir.
Yokluktaki ev, kadınınki bu değil tabi ama bunun gibi yani
Eveett, gelelim biz bu uyduların sürekli düştüğünü 2011 eylülden önce neden hiç duymadık sorusuna... Eylülden önce uydu düşmesiyle ilgili gerçekten çok zor haber bulabildim, bakın bulduğum haberdeki komik! abla nasıl anlatıyor olayı (2008): 1:18 ile 2:00 arasını izlemeniz yeterli gerisi fasafiso: DAILY MOTION. Üşenenlere veya anlamayanlara özet geçeyim: Ablamız bir uydunun dünyaya düşeceğinden ve bilim insanlarının bu konuda hiç endişeli olmadığından yakınıyor. Akabinde de, bu konu hakkında bilgi sahibi olanlara danıştıklarında: "Bu çok gizli bir konu, bunu bilmemeniz gerekiyor" diye konuyu kapattıklarından yakınıyor (Bir de arada inanılmaj büyük bir krater gösteriyorlar, yaew adamın omuzuna düşmüş bir şey olmamış ne krateri?"). Sonuçta bu olay geçen eylüle kadar belirli bir sebepten dolayı gizli tutuluyordu veya ilgi çekmiyordu. Eylül'de okuduğum haberlerden birinde, bir bilim insanı şöyle diyordu: "Abijim zaten yıllardır düşüyor bu aletler, siz niye bu kadar abarttınız ki bu olayı? Saracak başka bir şey kalmadı tabi, uzaya sardınız, pes artık! Justin biber'den bir haber çıksa da bizim yakamızı bıraksanız."


24 Eylül 2011'de dünyaya düşen UARS (Upper Atmosphere Research Satellite) ve ardından 23 Ekim 2011'de dünyaya düşen ROSAT (Röntgen Satellit (heh bak şimdi oldu, amarigalılar boş boş atmosfer araştırma uydusu gönderedursunlar; bak alman kardeşlerimize, röntgen uydusunu basmışlar, masa başı uzat ayakları, milleti dikiz! Sen hala pencerende dürbünle takıl, adam röntgen uydusu göndermiş diyorum yaew, kesin bu uydunun fikri almanya'da çalışan ulvi bir türk arkadaşımızdan gelmiştir)) basında o kadar büyük ilgi uyandırmıştır ki düşüşünü gözlemlemek isteyen binlerce acemi gök bilimci ve meraklının yanı sıra, düşüşten kaçmak isteyen bir o kadar da endişeli ve pısırık insan bu haberi basının daha da göz bebeği haline getirmiştir. 

Bir türk basını haberi daha ve o meşhur rönt uydusu
Bakın röntçü uydu'nun düşmesi ile ilgili çıkan haberde gavur basınında ne yazmışlar: 

"Not long after re-emerging en masse from our underground bunkers and panic rooms, having successfully avoided being squashed by a falling NASA satellite on Sept. 24, humanity has learned that the sky is falling yet again."

Türkçe mealiyle:

"24 Eylül'de düşen uydu yüzünden topluca ("bizim bütün göy sığınağa girdih" gibi mi mesela?) sığındığımız yeraltı sığınakları ve panik odalarından, uydu tarafından parçalanmamış olarak, dışarı çıkmamız üzerinden çok zaman geçmemişti ki, gökyüzünün üzerimize bir kez daha yağacağı haberini aldık"

Sözüm meclisten dışarı: Yaeeww işte arkadaşım bu yüzden saklıyorlardı senden bu haberleri, "e be manyak!" bundan korkup sığınağa gidiyorsan yaşama o zaman zaten, senin kafana şimşek de düşer, saksı da düşer, köpek balığı da "nam nam nam" yer yani, sığınağında takılmaya devam et, pısırık, al da tipine bak:



Evet sanki, uydu düşmesi konusunu tamamladım gibi ama araştırmalarım beni daha birçok ilginç gerçekle karşılaştırdı. Bir sonraki yazıda uyduda yaşam olur mu ve çılgın işlevi olan uydulardan bahsedeceğim.

Görüşürüz.

9 Mart 2012 Cuma

Uydu'ların dünyaya düşmesi I

Selam dünya,

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; bu yazılar için bir de sözlük yaptım, sözlükte anlamı olan kelimeleri kalın yazacağım, anlamazsanız bakabilirsiniz.

Bu yazımın konusu yine saçmalıklar saçması olan uyduların dünyaya düşmesi olayıdır. Bunu duymuş olabilirsiniz zira geçen sene eylül, ekim sularında birçok yerde haber konusu olmuştur. Bu yazıyı yazmamım sebebi de bu haberlerden birine denk gelip bu olayı biraz araştırmış olmamdır. Google amcaya "satellite crash to earth" yazarsanız aşağı inmekten farenizin tekerleği patlayabilir (mac kullanıyorsanız işaret ve orta parmağınız yanarak eriyebilir, sağdaki çubuğu indiriyorsanız zaten bilgisayar 101 terk ama bir yerinize zarar gelmez) ama haberler bitmez ve hepsi de eylül ve ekimdir. Bu yazıda neden eylül-ekimden önce bundan haberimiz olmadı, 2011'den önce uydular düşmüyor muydu, içinde insanların yaşadığı uydu olur mu, olursa bbg evinden farkı nedir, ne yer ne içerler bu yavrucaklar (lahmaçsız hayat olur mu), uzayda neler oluyor, bir tane uydu vardı o şimdi nerelerde ve 24 saat gündüz mü olurmuş gibi gereksiz, sorulması bile anlamsız sorulara yanıtlar bulmaya çalışacağız.

Hayatta herşeye dünya toz bulutuyken diye başlamak lazım, bu sebepten ilk uydu nedir, ne zaman yörüngeye yerleştirilmiştir ile başlıyorum. Uydu, bir gezegenin etrafında kendine has yörüngesinde dönen herhangi bir saçmalıktır. Uydular 2'ye ayrılır; doğal uydular (ay ve bulmacada çıkan diğerleri) ve yapay uydular (konumuz). Yapay uydulardan bir ördek:


Dünya'nın ilk yapay uydusu, zamanının Sovyetler Birliği tarafından 1957'de yörüngeye gönderilen Sputnik 1'dir. Bu uydu tabii ki insanlık için büyük bir adımdır, uzay yarışını başlatmıştır vs vs ancak yinede hikayesine gülmeden geçmek mümkün değildir. Öncelikle bu uydunun tipini kesin, o bile yeterince komiktir (uzaylıdan çok uzaycıya benzer):


Ayrıca avrupa'daki sokak heykellerini de andırır kendisi, nitekim heykelleri yapılmış ve sergilenmektedir:


Bu uydunun birkaç süpersonik özelliği vardır ama bunların en önemlisi! müthiş meteor algılama özelliğidir. Bu uyduya meteor çarparsaymış, (ki atmosfere giren x tane meteor'un bir tanesinin bu 83 kiloluk minik alete denk gelme olasılığını siz hesaplayın) bu alet dünyaya radyo sinyali gönderiyormuş (paramparça alet nasıl sinyal gönderir onu geçiyorum) ancak tahminen o sinyal dünyaya gelmeden önce meteor düşmüş olur zaten heh.)

Sputnik 1 yörüngeye yerleştirildikten 22 gün sonra aküsü bitmiş ve o kadar ahahah. Aslında gerçekten dalga geçilmemesi gereken bir başarı ama olsun; zamanının 8mb ram'li ülti-bilgisayarları gibi komik. Neyse, pili 22 günde bitmiş ama alet 3 ay yörüngede kalmış ve 29 bin km/h hızla toplamda 60milyon km yol yapmış ve iyonosferin yoğunluğu ve sıcaklığı hakkında önemli bilgiler göndermiştir dünyaya.

Şimdii, sizlere bir soru; bilin bakalım dünyanın etrafında şu anda dolaşan kaç tane uydu vardır? 100 duyar gibiyim, varmı artıran? 200 geldi ? Neyse uzatmayayım. Hazır olun: dünyanın etrafında fırdöndü takılan 13 bin'e yakın uydu varmış. Gafamızın üstünde fırıl dönen bu uyduların sadece 3 bin 5 yüz tanesi çalışır haldedir; geriye kalan işe yaramaz, uzay çöpü sınıfına girer. Kısacası söylemeye çalıştığım şuydu: heryer uydu (Böyle şaka seven kaldı mı acaba?). Şu yeşil noktaların her biri bir uydudur, bakın dünya nasıl görünüyor:


Hmmmm, sanırım görünmüyor. Google Earth kullanarak bu uyduları isimleriyle beraber görebiliyormuşsunuz (Ben de yıllardır google earth niye kullanalım ki google maps varken kafasındaydım ama bir olayı varmış demekki), isterseniz bakın bu da vidyosu: YOUTUBE.

Sevgili sputnik, dünyaya düşen ilk uydudur (1958), 83 kilo gibi bir ağırlığı olduğundan atmosferde tamamı yanarak eriyip gitmiştir. Dünyaya düşerken tamamen erimeyen ve yere ulaşan uyduların ağırlıkları birkaç ton mertebesindedir. Peki Sputnik 1'den sonra dünyaya kaç uydu mu düşmüş? (atmosferde tamamen eriyenler ve bazı parçaları dünyaya düşenlerin toplamı) Cevap veriyorum: 20 bin 5 yüz:) Ohannesburger! (Bu düşenlerin ne kadarı dünyaya ulaşmış, kimse ölmüş mü gibi sorular 2. yazıya kaldı)

Ek bilgi: Kendi imkanlarıyla uydu gönderme teknolojisine sahip ülkeler (zamana göre sıralı): Rusya, Amerika, Fransa, Japonya, Çin, İngiltere, Hindistan, İsrail, Ukrayna, İran.

Şimdiiii, biraz uzay çöpü ve uzay kazaları olayından bahsedelim. Uzay çöpü dediğimiz olay, gönderilen bir uydunun başarısız olup yörüngeye yerleştirilememesi veya işi bittikten sonra yokedilememesinden mütevellit dünyanın etrafında boş boş dönmesi olayıdır. Yukarıda verdiğim rakamlardan yola çıkarak; bugün uzaydaki uyduların %75'i uzay çöpü sınıfına girer. Bunların dünyaya geri düşmesini veya yokolmasını sağlamak ek masraf demektir. Uzaya bir uydu göndermenin masrafının yarısından fazlası onu yörüngeye yerleştirecek olan uzay mekiği ve tüketilecek yakıta harcanır. Legolarla bu işi çok güzel anlatmışlardır:


Gördüğünüz gibi "Kale küçük ayı büyük!" (Burada şair uydunun uzay mekiğine göre küçük olmasından yakınmaktadır). Uydunun bir şekilde dünyaya geri dönmesi veya yokolması için içine fazladan yakıt, itici veya bomba vs. koymak lazımdır ve bu olay beraberinde taşıyıcı mekiğin büyüklüğünü ve görevin maliyetini artırır, bu yüzden kaçınılan bir durumdur ve bununla ilgili bir yasa yoktur.

Uydular sonsuza kadar dönecek değiller ya, bir süre sonra mutlaka düşeceklerdir. Bunun sebebi de; oralarda ne kadar atmosfer yok desek dahi, aslında yine de bazı gaz moleküllerinin var olduğu gerçeğidir ve bu da sürtünmeye yol açar. Sürtünme bir uydunun bir süre sonra düşmesi için yeterlidir (Bunu açıklamalıyım galiba). Dünyaya daha yakın uydular (Sputnik gibi) daha çok sürtünmeye maruz kalır ve yörüngedeki ömürleri 1-100 yıldır. Daha uzak uydular ise 100-10000 yıl arası yörüngede kalabilir. Aşağıdaki görselde uyduların uzaklığına göre sınıflandırılması mevcuttur. Görselin aslını daha detaylı incelemek isterseniz burada: Wiki.


Sürtünme uyduları neden düşürür konusuna bir açıklık getirdikten sonra uzay kazalarından bahsedeceğim. Dünya, elmacı abi Newton'un fark ettiğinden beri etrafındaki herşeyi kendine doğru çekmektedir (bkz. ben neden smaç vuramıyorum?). Çekmektedir ama uyduları neden çekip düşüremez? Çünkü merkezkaç dediğimiz mükemmel kuvvet sözkonusudur. Bu kuvveti insanlık şöyle tanır: YOUTUBE. Burada fırlayan abi merkezkaçın azizliğine uğramıştır, onu da dönmedolabın (ya da adı neyse, bunun adını bulmak için ciddi bir çaba sarfettim bu arada ve sadece ingilizcesini bulabildim o da hayli güzelmiş: "merry go round" yani "dön ayşe dön") merkezine doğru çeken bir kuvvet olsaydı (yerçekimi gibi) düşmezdi. Dünyaya düşmeden yörüngede kalabilmek için uydular muazzam bir hızla hareket ederler (Sputnik'in 29bin km/h hızını hatırlayın), sürtünme çok azdır ama yinede bu hızı gitgide azaltır ve sonunda uydular dünyaya düşerler.

Düşmelerine derinlemesine girmeden önce bombastik bir olaydan bahsetmek istiyorum, uzay kazaları. Bu uyduların hızları yavaşladıkça yörüngeleri de dünyaya yaklaşır, havada da 13 bin tane uydu varsa bunlar acaba çarpışır mı? Çarpışırlarsa ne olur? Şimdiii, 100'le falan giden arabalar çarpışınca ne olur zaten hepimiz biliyoruz (pertingen, sigortayla uğraş dur) ancak bu abiler 42 bin felan basıyorlar (yardırıyorlar adeta) nitekim tarihte bir kere 2 tanesi bu hızlarda giderken çarpışmış, Kosmos-2251 (950kg) ve Iridium 33 (560kg) (10/02/09). Hani o menşur lise fizik sorusu vardır ya 2 tane x ağırlığında x hızıyla giden kamyon çarpışırsa ne kadar enerji açığa çıkar diye; ben üşenmedim bu uydularınkini hesapladım, bu uyduların çarpışma enerjisi 103.3 GJ (gigajoule, enerji birimidir), bu enerjinin eşleniği 1gr uranyumun ayrışması veya 2 tane şundan:

x2

Kod adı: MOAB yani "Mother of All Bombs (Bombiklerin anası)" .) İlk yapıldığında (ABD, 2003), nükleer olmayan en bomba bombaymış, ta ki 2007'de Ruslar FOAB'ı ("Father of All Bombs (Bombişlerin babişi(Parantez içinde (parantez içinde (parantez inception kafası)))))" yapana kadar. Birde turuncuya boyamışlar yaawww nasıl bir boşluk bu? Modifiye bomba; neon'lu, tıstıs'lı.

Neyse uzattım yine... Bu bahsettiğim uydu çarpışmasının sonucu: 10cm'den büyük 1000 parça uzay çöpü ve 10cm'den küçük çok daha fazlası. Bunların bir kısmı dünyaya düşmüş, bir kısmı atmosferde erimiş vs vs. Şunu da bahsetmeden geçmeyeyim; bu insanlara haftada 400 kere "2 uydu yakın (5km'den az) geçecek hacılar dikkat" şeklinde uyarı gelirmiş, bu uyarıların her biri için 2 uydunun çarpışma ihtimali 1/50milyon'muş. Olmaz demeyin, hatırlayın Koç Üniversitesi'nde de 2 Ferrari çarpışmıştı, aynı şey.)

Şimdilik bu kadar, daha ana konulara giremedim bile yine boş boş konuştum, devam edeceğim bu yazıya, daha bir sürü bomba var.

7 Mart 2012 Çarşamba

Demir adama ne kadar yakınız II

Demir adamla ilgili 2 konuya daha değineceğim sonrasında daha çılgın şeyler yazmayı planlıyorum.

Malzeme:

Demir adamın üzerinden çıkarmadığı, çıkarırsa da bond çantasında taşıdığı özel tuniğini biliyorsunuz ki kurşun, ateş, tank, top, füze, su ve uzay geçirmezlik özelliğine sahip. Böyle bir malzeme teknolojisine ne kadar yakınız onu inceleyelim. Aslında, adı üstünde demir adamı gidip de demir dışında bir malzemeden yapmak olmaz değil mi? 1963'lerin en sağlam malzemesi olan sevgili demir ile kurşunları sanırım engelleyebiliriz sonuçta hatırlarsanız "Geleceğe Dönüş 3"te geçmişe dönen Marty, kovboy kiyafetinin içine demir soba kapağı takarak kurşundan etkilenmemişti. Neyse, demirin yoğunluğu suyun 8 katıdır yani tahminen demirden yapılan demir adam kıyafeti kabaca 50-60 kilo çeker, onunla da yürümeye çalışırsanız şöyle bir durum ortaya çıkabilir (1:30'a dikkat): YOUTUBE. Gerçi bu abilerin yaptığı demir adam tuniği plastiktenmiş ama olmuş genede komik.

Benzer şekilde bir alttakini de plastikten yabmışlar. Kurşuna dayanmayı bir yana bırakın, tahtaya bile dayanmaz bu alet ama hayli fantastik görünür, bu da vidyosuYOUTUBE.


Geyiği bırakalım da bu işi yapmak için kullanabileceğimiz malzemelere göz atalım. Özgül mukavemet'i yüksek malzemelerin (hem kırılmaz, hem hafif) listesinin başını çeken abiler şunlardır:
  • Karbon nanotüp:  Bu teknolojiye biraz uzağız ama çok da değil, 5 sene misal. Şu anda üretebiliyoruz  aslında (ışın mikroskobunda görebileceğimiz kadar) ama biraz pahalı o da sorun değil sonuçta tony yani. Kendisi harbiden dayanıklı, ışın kılıcına bile karşı koyabilir zorlarsan ancak çok yüksek ısıl iletkenliği vardır kendisinin yani flamethrower'a (aşağıdaki alete) maruz kaldığında fırında iyi pişmiş tony pastası yapılabilir içerde. Ancak kiyafete güzel bir de buzdolabı altyapısı koyulursa crysis (o da 2 altta) kafasına girebiliriz.

  • Zylon: Bunu bende yeni duyuyorum hayli ilginçmiş kendisi, naylon'un çakması heh. 1980'lerde bulunmuş, sentetik polimermiş, Kevlar'dan 1.5 kat daha dayanıklıymış, (-ee bunları direk wiki'den alıp koymuşssun hacı ? -eee napcaktım ? ?) tenis raketi, mars araştırma araçları gibi yerlerde kullanılıyormuş ama gelin bakın neler olmuş. Second Chance Body Armor, Inc. şirketi, Kevlar yelekleri (1980) de bulan abiler, 1998'de Kevlar yelekleri Zaylon yeleklerle değiştirmişler ancak 2003'te Zaylon yeleği bozulan bir abi ölmüş ve 2005'te bu malzemenin raf ömrü azdır diyerekten Kevlar'a geri dönmüşler. 
  • Kevlar: Bunu herhalde herkes biliyordur diye düşünüyorum. İşte hafif, dayanıklı, güzel falan, olabilir yani bu. Isı iletimi de yoklukmuş, hatta itfaiyeler tarafından bile kullanılıyormuş. Isıl iletkenliği karbon nanotüp'lerin milyonda biri mertebesindeymiş.) Saldırın team fortress pyro'cular, alayınıza gider! 
  • Karbon fiber: Buda hiç fena bir seçenek değil aslında ama eğlenceli bir yanı yok. 
  • Fiberglass: Bu malzeme ve bundan sonrası tahminen kurşun geçirir hale geliyor ama olur olur da fiberglass adam kıyafeti yapmaya karar verirseniz, dışarıda bırakmayın çünkü ineklerin bu malzemeyi açlık anlarında yediğine dair bir söylenti var (bkz. hurda anadol'ların kasasının yok olması, yalan gibi ama emin olamıyorum)

Bu listenin daha da aşağılarına inersek örümböcek ağı ve titanyum, çelik, alüminyum diye ilk metallerden bahsetmeye başlıyor. Sonuç şudur: demir adam'ın dönüp dolaşıp geleceği yer kompozit adamdır. Bir de şu alttaki kostüm işe yaramaz. 



Pil:

Sorunsalların ana kaynağına geldik sanki. Demir adam, sokakta saatlerce uçup gezen, kötülerle dövüşen, ellerinden ışın fışkırtan ve lazerleriyle 20 robotu kesebilen bir insandır ve bunları yapacak enerjiyi göğsündeki mavi ışıktan alır (arc reactor). Bir söylentiye göre filmde bu mavi ışıktan gelen gücün miktarı 3000 megawatt'tır. 3000 megawatt'da yaklaşık 2 tane nükleer santral, 3 milyon kettle veya 600 bin evin kalkınması demektir.


Çok uzatmadan bunun pillerle olmayacağının aşikar olduğunu belirmek isterim çünkü muazzam bir enerjiden bahsediyoruz burada (ilk adamın sırtındaki x amperlik kabloyu hatırlayın). Sadece ağırlık kaldırmak için bile böyle bir alet çılgınca elektrik harcar ki uçmak, lazerler falan cabası. Böyle bir pil teknolojisine sahip değiliz ve yakın zamanda da sahip olabileceğimizi sanmam (PES'deki John yada Mark abinin de 4-0'lık maçın son 10dk.sında dediği gibi "unless we see a miracle"). 

Yanmalı yakıtlarla da bu işi başarmak neredeyse imkansız. Yanmalı yakıtlar derken ateşle yanmalı değil de yanma tepkimesinden bahsediyorum işte benzin'den tutun, hidrojen fuel cell, su, muz kabuğu (geleceğe dönüşte oluyor valla, işte muz kabuğundan sonra bira da koyuyor ama o israf yani) 


ve H202 (önceki yazıdaki JPI'ın jetpack'inde vardı). Ek olarak, bir önceki yazıda sırtında helikopter taşıyan adamın jetpack'inin deposu 5 galonmuş yani 20 litre civarı, 30dk. uçabiliyordu. 

Sonuçta bu işin oluru çekirdek enerjisi yani nükleer enerjidir. Zaten filmdeki kahramanımızın göğsündeki alet de ufak çaplı bir nükleer santraldir (bunu türkçe yazmak istesem "mersin tadım çekirdek fabrikası" olabilirdi) sözde. Çekirdek enerjisi ile ilgili detaylı bir yazı yazma planım var ama kısaca özet geçeyim. 2 tiptir, fusion ve fission (bunlar hep karışır, kaynaşma ve ayrışma diyelim sırasıyla daha kolay). Kaynaşma, iki çekirdeğin birleşmesi, kaynaşmasıdır. Güneşte olur ama dünyada adam akıllı becerilememiştir. Ayrışma, çekirdeğin bölünmesi, ayrışmasıdır. Misal, muzu ekmek tahtasına koyup ortadan ikiye bölün, işte size radyasyon (muz radyoaktiftir bu arada hemde bölmeye gerek yok heh). Bugün dünyadaki 450 nükleer santral bu yöntemi kullanır, muzu değil canım, ayrışma yöntemi işte muz araya kaynadı.

Demir adam gibi göğsünde kaynaşma veya ayrışma kullanarak enerji elde etmeye çalışmak deliliktir, radyosyon'u geçtim, ortaya çıkan ısı zaten herşeyi eritmeye yeterlidir ki bu ısıyı kullanarak tribün döndürmek lazımdır sonra o birde elektrik olacak oooo ölme eşşeğim ölme. Gerçi, o ısıyla uçulur belki ama yere inmek için nükleer reaksiyonu kapat tuşuna basarsanız uzayda bir süre çay içip beklemek lazım ki o tepkimeler dursun netekim durmazlar (bknz. Fukushima depreminden kaç gün sonra tamamen tepkime durdu?). 

Demir adamın ilk filmde mağarada yaptığı alet palladium içerikli bir toroid'dir? Toroid denilen geometrik şeklin bildiğimiz donut'tan alta kalır bir yanı yoktur. 


Mıktanıslarla döşenmiş toroid'ler plazmayı kaynaşma (fusion) çalışmalarında dize getirmeye çalışırlar ki o plazmayı tutabilene aşkolsun, "enginlere sığmam taşarım" kafasındadır. Güneş de bazen onu tutamaz ve akabinde o çok sevdiğimiz görüntü çıkar ortaya:


Mıknatıslarla döşenmiş donut'lar diyordum, onun da içten görünümü şöyledir, hemide plazmalı felan:


İşte demir adamın içindeki o halka da buradakinin aynısını yapmaya çalışır gibi görünüyor aslında. Fekat, dediğim gibi, çekirdek tepkimeleri cereyan üretmez, ısı açığa çıkarır ve onu elektriğe dönüştürmek için kurulan tesisler çekirdek tepkimesinin oluştuğu hacime nazaran çok daha büyüktür (özet: kalbindeki alette tepkime oluyorsa, onu elektriğe dönüştürmek için bir binayı yanında gezdirmen gerekebilir). Bu paragrafın ilk cümlesini aslında diye bitirdim, onu açıklıyorum: Bazı demir adam ülti-fanları bu olayı derinlemesine incelemiştir ve analizlerinin sonuçlarında demir adamın kalbindeki aletin palladium kaplamalı toroid'lerden oluşturulduğunu fark etmişler. Bunu da soğuk kaynaşmaya (cold fusion) bağlayacaktım ama önce bunları biliyor muydunuz?

Palladium bir alışveriş merkezi olmasının yanı sıra bir element'tir. Hatta menşur terminatör'ün ezeli düşmanı t-1000'in hammaddesidir, inanmıyorsanız işte kanıtı:


Palladium nerede kullanılırmış biliyor musunuz ? Cold Fusion yada soğuk kaynaşma .) Bu olay kaynaşma işleminin 30 derecede yapılması ve işlem sonucunda sıcaklığın 50 dereceye artması gibi bir olay ama bu konudaki deneyleri kimse tekrar edememiş ve yeterli gerçeklik payı olmadığı için çoğu araştırmacı elini bu konudan çekmiş. Çoğu araştırmacı diyorum çünkü bugün bile buna inanmış ve çalışmalarını devam ettiren bir çok bilim insanı vardır ama belirgin bir sonuç hala söz konusu değildir. Bu da o şaibeli soğuk kaynaşma aleti:


Pek donut'a benzemiyor ama olsun. Sonuçta, soğuk kaynaşma olsa bile son ürün elektrik değildir, ısıdır ve bunu elektriğe çevirmek zordur. Bu yüzden de her yeri ışıklı, bluedut'lu, wireless'li, siri'li o demir adam tuniğini çalıştırmak zordur. Zaten başta dediğim gibi sıkıntıların sıkıntısı bu kiyafetin enerji kaynağıdır, diğer sorunlar bir şekilde halledilebilir.

Şimdilik bu kadar, yorumları bekliyorum. Hatalarımız varsa affola, söylersiniz düzeltilir ama t-1000'in palladium'dan yabıldığına kimse karşı çıkamaz.)

Hade eyw.

6 Mart 2012 Salı

Demir adama ne kadar yakınız I

Dün gece çılgın bir ilham geldi, şunun hakkında yazabilirim, bunun hakkında yazabilirim diyerekten 8-10 tane konu başlığı oluştu kafamda. En saçma ama en eğlenceli olacağını düşündüğüm demir adamla başlıyorum, mekacı giremez.

Demir adam (yada iron man), 1963'te neredeyse her süper kahramanı yaratan ve ölmek nedir bilmeyen (89 yaşına gelmiş) Stan Lee amca tarafından dandikos bir zırhla piyasaya çizgi roman olarak sürülmüş.


O günlerin teknolojisinden nerelere geldiğimizi görmek için 1963'e bakalım. 1963, teknolojik olarak mükemmel buluşların yapıldığı bir yılmış, şöyle ki:


Harbiden pişiren ilk oyuncak fırın (tehlikeli ilk çocuk oyuncağıdır kendisi, sonra da interneti bulmuşlar zaten heh), ilk touch-tone telefon (ki daha öncesinde pulse-tone vardı, hani şu 9'u çevirince 9 kere "dıt" eden, tuşları döndürmeli, yeterince hızlı numarayı çevirebilirsen o "dıt"ların bitmesi için ciddi bir süre gerekebilirdi), posta kodu sistemi, he birde similey'i bulmuşlar ahanda budur -> :)
Neyse böyle bir çağda Stan abimiz demir adamı yaratmış ve tahmin edersiniz ki o günden bugüne demir adam'ın gazına gelip zırhını inşa etmeye çalışan bir sürü araştırmacı süper kahramanlar önemli yol katetmişler (ki eminim benim burada göstereceklerimden çok daha fazlası süper gizli x lab'larında yapılmıştır). Bir ders sunumumdan alıntı yapmak gerekirse (bulut bilir), "technology is progressing towards the inevitable iron man", ahah bunu bir insan mekatronik yüksek lisans dersi sunumunda nasıl söyler acaba, bkz. ben. Neyse bu alandaki gelişmeleri birkaç alt başlıkta inceleyelim.


Ulti-güç:

Demir adamın haliyle en önemli özelliklerinden biri; bir vurdu mu oturtması, arabaları kaldırıp fırlatması felan gibi ulti-güç özelliği. Bunu özel efekt kullanmadan yapmak isterseniz, karşınıza 2 büyük sorun çıkacaktır: kontrol algoritması ve güç kaynağı (kol kası dışında dış güçlere de ihtiyaç oluyor tabii). Zırhın pil sıkıntısına başka bir alt başlıkta gireceğim ama öncelikle kontrol olayına bakalım. Kısaca sıkıntı şu: 500 kiloyu kaldıracak aleti yapmak OK, onu kola da bağladın, e hadi senin kolunun hareketiyle eş zamanlı alet kaldıranını da yaptın diyelim, sokakta zırhla artiz artiz takılırken arkadaşının sırtına "vay kanka naptın?" diye vurduğunda da onu gebertmemen lazım haliyle. Bunu bazı mühendis arkadaşlar başarıyla becermiş:
aha vidyosu: YOUTUBE, bu da görseli:


2007'de yayımladıkları bu vidyodaki abimiz ağırlıkları rahatça kaldırabiliyor ve ayaktopunu patlatmadan tutabiliyor, oynayabiliyor hatta sektiriyordu ama o çılgınlık bu vidyoda yok. Zor bir şey yani bunu yapmak "eeee ne var ki?" dememek lazım (adamın beyninden yukarı giden x amperlik kabloya da dikkat, onu ayrıca tartışacağız). Bu olayın adı "exoskeleton" olarak tarihte yerini almıştır, araştırmak isteyenler için birkaç örneği daha var. Şimdiii, amarigalılar zır (her zaman, sürekli anlamında) savaş kafasında olduğundan; onlar bu alete "geleceğin askeri vaawww xx" falan diyorlar ama japon abiler bu aleti güzel amaçlar için de üretmiş:


Bu alet aslında hakketten de kollar, bacaklar, hatta el ve parmaklar için bile fizik tedavi, yürüme yardımı gibi amaçlarla kullanılabiliyor aslında. Sabanci'da bu konuda çalışan hocalar da mevcuttur hatta. Bir yandan da normal bir insan bu aleti kullansa nasıl olur diye düşünüyorum... Sanırım daha hızlı koşma, daha yükseğe zıplama veya ayda yürüyormuş hissi verme gibi çoktastik sonuçları olabilir. Şimdi gelgelelim daha eğlenceli bir konuya, uçma kafası.

Jetpack:

Jetpack, yada nam-ı diğer sırta takılan uçurtma, aslında hepimizin hayatına bir şekilde girmiştir diye düşünüyorum? Benim aklıma ilk Robocop 3'ün son sahnesi geldi şahsen (1993):


Akabinde onu Duke Nukem 3D (1996) (oyun duvarlar hariç 3boyutlu değildir bu arada) ve GTA San Andreas'taki vazgeçilmez ulaşım aracımız olan jetpack (ROCKETMAN cheat kodlu) izliyor. Neyse fazla baymadan olaya giriyorum. Eski kafadaki jetpack'lere bakarsanız; aletin hep 2 elle kumanda edildiğini ve sırttan fışkıran gerek gaz, gerek ışın, gerekse ateş, su, tahta gibi saçmalıklarla yer çekimini yendiğini görürsünüz. Şunu da belirtmeliyim ki, bu fışkıran ürünler arasında en makulu; yoğunluğu (aslında akışın Reynolds'u önemli ama o fazla detay) en fazla olandır yani ne kadar ekmek o kadar köfte gibi (cıva denizi olsa misal, duracelle bile gider utanmasa bu aletler). Birkaç güzel örnek (çok fena fatoşop kullanırım):


Şimdi en soldaki "hacı uçuyoz gibi sanki?" bakışlı abimizinki su fışkırtmalı ve gayet güzel, hmm ok. Arkasından suyu ve lelektrik (fransızlar bilir) kablolarını taşıyan bir sarı atık borusu gider ve suyu hızla fışkırttın mı tamamdır uçtun ama çok yükselemezsin ve haliyle karada takılamazsın. 

Ortadaki nike'lı abininki ise H202 (yani hidrojen peroksit yada halk dilinde okijenli su, hani şu yaralara dökülen) ile çalışıyormuş, bunun gümüşle tepkimesinden hayli sıcak su buharı ve okijen çıkıyormuş. Şimdi bak, soldaki abinin bacaklar parantez, rahatlıktan ölmüş, ötekinin bacaklar 700 derecede pişmiş belli, orada inceden bir sıkıntı var ama en büyük sıkıntısı bu olsa keşke. Bu güzel alet tam 30 (otujjj) saniye havada kalabiliyormuş ooh yeaahhhh fakirlik.) Birde adamlar rezalet çirkin bir web sitesi yapmışlar bunu satmak için, oda burada: JPI

Gelgelelim sağdaki krala (kendisi uzaya kadar yükselmiş görükse de arkaplan fatoşopludur ve yerde durmaktadır ki zaten pirvaneler de dönmüyor). Bu alet artık fakirliğin son noktasıdır. Bir uçak firması tarafından yabılmış, aha burada da uçma vidyosu var YOUTUBE ama çok da önemli değil. Şimdiii, vidyoda daha iyi görünüyor ama adam sırtında uçak taşıyor resmen (250 kiloymuş alet). 30 dk. uçuş süresi varmış ve benzin tüketimi de (ki uçak benzini kullanıyordu diye hatırlıyorum) saniyede 1 cent yani türk benziniyle 30dk. da 6500TL falan. Bir depoyla gittiği yol da 45km ama çok trafik var, değer bence.)

Jetpack konusunu bitirmeden önce son bombamı patlatıyorum. Demiştim ya eski kafadaki jetpack'ler 2 elle komanda felan şimdi demir adam filminde robert amcanın garajında uçmayı öğrenirken zilyarlık arabaları parçaladığı sahneyi hatırlarsınız. 


İşte şimdi olayın rengi değişti. Milletin kafasına "kumanda kafasından çıkın artık elleri de kullanırız bu uçuş işinde" fikrini yerleştirince ortaya bu eşsiz alet çıkıyor: 


Bu da vidyosu, mutlaka izlemek lazım, en azından ilk bir buçuk dakikayı: YOUTUBE

İşte bu alet eğlenceli bak, gerçi bu alet ilk çıktığında amacını yunuslarla yüzmek gibi saçmalıklarla açıklamışlardı ama şimdi öyle bir şey yok. Birde güzel benzinli jet ski çakması bir şey koymuşlar yanına atla buna gez işte okyanus okyanus. Malzeme ve pille devam.